Her şeyde her yerde bir ‘ayıp payı’ olsun
“`html
Şiir Kitaplarının Anlam Derinliği: Ceren Kandemir’in Ayıp Payı İncelemesi
Bir şiir kitabının ismi, içerisindeki eserlerin kapısını aralayan anahtar gibidir; bu anahtarı çevirip şairin dünyasına dalarız. Ancak bazen kitap isimleri bir sır gibi gelir ve bu sırları çözüme kavuşturmak için uzun süre bekleriz. Cemal Süreya’nın Üvercinka eseri, bu duruma örnek teşkil eder. Cemal Süreya, bu eserinde Asım Bezirci’ye “Güvercinle karışık bir ad. Bir kadın ismi… Barışa, aşka, dayatmaya işaret eden bir kavram.” ifadelerini kullanmıştır. Anlıyoruz ki, bir isim sadece bir etiket olmaktan öte, derin bir kavramdır; isimlendirme, Platon’dan bu yana, adlandıran ile adlandırılan arasındaki ilişkiyi ifade eder. Nihai sözü, yasa koyucu ve şair belirler; en doğru olanı ise bilincindedir. Bu bağlamdan hareketle Ceren Kandemir, yine ilginç bir başlıkla okuyucuyla buluşuyor: Ayıp Payı (İnkılâp Yayınları, 2025).
“Ayıp” kelimesi; kusur, leke ve utanç gibi anlamlar taşır ve çoğu zaman etikle bağlantılı bir çerçeve sunar. Günümüzdeki kültürümüzde ayıp, nefsin hataları içerisinde değerlendirilir ve bir düzeltme eylemi olarak öne çıkar: “Hata işleyenlerin en hayırlısı, hatalarından dönendir.” Peki, bu hatalardan dönen kimdir? Kendini tanıyan…
İşte burada “pay” devreye giriyor; bu kavram iyiyi ve varlığı simgeliyor. Pay, en yüce olanıdır ve düzenleyici, şekillendirici bir rol üstlenir; özü ötesindeki bir varlıktır. Tanrı iyiyse, bu iyi yalnızca iyi olanın kaynağıdır, her şeyin değil. Kandemir, bu iyiliğin kaynağını talep eder; olmayınca ne olur? “Kuş giyotinine sövmüştür” (s. 58).
Bir şiir evrenine doğru yol alırken, bir yanımızda kuş, diğer yanımızda giyotin ve tek silahımız küfürdür. Bu şiir, bizlere ironi ve metafor kullanarak yeni anlam katmanları sunar; ironi olumsuzluğu temsil ederken, metafor keşif arayışıdır.
Ayıp Payı, üç bölüm ve 33 şiirden oluşmaktadır. Her şiir neredeyse bir hikâye barındırıyor.
İlk şiirden itibaren bu hikâyeleri keşfedebiliriz. Hız Sınırı’nda (s. 11), şairimiz, “eceliyle ölmeyi başaran” bir otoban kedisini anlatır.
Kedinin talepleri bulunmaktadır. Her yerde dikkat uyaran tabelalar mevcuttur: Dikkat, inek var, dikkat, geyik var… Ancak kedi bu uyarılara itiraz eder ve sorar: “Dikkat kedi çıkabilir tabelasını hak etmedim mi?” Ayrıca sitem eder: “Bir inek kadar hatırım yok mu?” Sorularıyla güncel bir bağ kurarak, sınıfsal bir boyut da kazanır ve hafiften siyasete gönderme yapar:
“Bu itibarı nerede kazandı büyükbaşlar?”
Masai Mara’dan sürülen bu kahraman kedi, hız sınırından dolayı şimdi otobanda ve eceliyle ölme mücadelesi veriyor. Bu kedi zarif bir varlık değildir ve insan sınırlarının (hız, otoban) ötesinde yaşamaktadır; aslında, insanların çizdiği sınırların dışında var olan tüm ötekilerdir. Bu canlıların yaşadığı alan daraltılır ve fiilen dışarıya çıkmalarına izin verilmez; çıkma çabası durumunda, hız sınırı baş göstermektedir.
Benzer bir kapatılmışlık durumu, Şavşenk (s. 19) şiirinde de dikkat çeker. Şair, “benim gönlüm uslu bir köpektir” der. Aşıları yapılmış, eğitilmiş bu köpek, artık kimseye zarar vermemektedir; sadık ve korkak bir varlığa dönüşmüş, içsel doğasından uzaklaşmıştır. Havlamaz, ısırmaz; zaman zaman kaçmayı düşünür fakat aklında eski hatıraları canlandırır; örneğin, bir evi vardır; sevgi olmasa da yine de toprakla uğraşabilir. Ancak şimdi bir hapiste, işlemediği suçlarla yargılanmaktadır. Bu şiirin daha iyi anlaşılması için Esaretin Bedeli (1994) filmini referans gösterelim.
Kuş, geyik, köpek ve kedi üzerinden anlatılan öyküler, insanlığa yönelik eleştirilerde bulunuyor; bu eleştiriler hem kurmaca hem hikâye anlatımı olarak iki yönlü bir işlev taşıyor. Nihayetinde, kendini gerçekleştirme ve bu süreçte hukuku içselleştirme amacını hedefliyor. Şair, hayvan figürleri üzerinden içindeki karmaşayı dışa vurmaktadır. Katı inançlara bir soru işareti koymaktadır.
Şair, farklı olan her varlık için bir eşitlik arayışındadır.
Bu eşitlik, “Kadın Tipi Kelleşme” (s. 12) şiirinde ortaya çıkar. Burada, kadınların kellik hakkı savunulmaktadır. Erkeklerin kel olmasının bir sorun teşkil etmediği bir toplumda, bir kadının saç dökümü ise depresyonla eşdeğerdir ve bu durum da toplumun ilgisini çeker; kırsal özgüvenin kırılmasına, bir de dışarıdan gelen olumsuz bakış açısına maruz kalır. Bu durum, kadının fiziksel görüntüsünden kopmasına ve yaşam kalitesinin düşmesine sebep olur ve çağın hastalığı olan stres hayatının bir parçası haline gelir. Şiirde bu durum, bir kuaförde gerçekleşen bir sahne ile dile getirilir. Şairin gözlemlerine göre, saçları dökülen kadınlar kuaförde “yan koltukta” oturarak, tepeleri açıldığı için endişe taşır; “arkaları fena değildir” ve “son kalan tellere büyük bir özenle fön çekilmektedir.”
Bu sırada, şiirin karakteri kendi iç yüzüyle yüz yüze gelir. Tanrı’ya yalvarır: “Tanrım, lütfen beni kelleştirme.” Gerekçe ise dayatılan alışkanlıklardır: “Saç kadının faziletidir.” Oysa fazilet, saç değil, kalptir. Bu duygu, kalbin ön planda olduğu dizelerde ifade bulur: “Cinsiyet eşitliği kelleşmeden başlamalı.” Bu şiirdin mesajı, “Turizm Otelcilik” (s. 48) şiiri için de geçerlidir:
“Bütün otellerde perde yapan tek bir adam var / Bütün otellere çarşaf satan tek bir kadın.”
Şair, hikaye anlatırken bir yandan evin içindeki (babaanne) haberleri verirken, diğer yandan kentin kenar mahallelerine ve duygusal derinliklerine doğru yol alıyor; modern yaşamı üçüncü gözle gözlemlerken, bunları şiirin hafızasında arşivliyor.
Şiirlerinde bazen alışılmadık kılıklara giriyor, bazen de başka bir varlık olarak yaşamı tasvir ediyor; kimse onun farkına varmıyor, ama o herkesle ilgileniyor, bazen umudunu kırlentlerde bulurken, bazen de babaannesinin sevdiği diziyle ruhunu dinlendiriyor. Anlattığı her karakter / kahraman bir noktada yol arkadaşı oluyor…
Ancak, bu süreçte bir tutarsızlık da gözlemleniyor. Dilini kurarken biçimsel ahenklerden ve yapmacık unsurlardan kaçınıyor; mizah, espri ve nüktelere başvuruyor ama bu özellikler, genel olarak bütünlüğe yayılmıyor ve sadece bir şeyleri ifade etme aracı olarak ortaya çıkıyor.
Örnek olarak, trajik olan Uzem (s. 55) adlı şiirde aniden parlayan şu mısra dikkat çekiyor: “Alo, 114 ulusal zehir danışma hattına.” Şiirin teması uzaktan eğitim gibi görünmekte: “Ya herkes benden çok kazanırsa / Ya herkes benden vazgeçerse”
Sonuç olarak: “Yetiş ya herkes, yetiş ya belim.”
Peki, ne yapalım?
“Hadi öldürelim birbirimizi.”
“`